Şu sıralar eğitimde güncel konumuz PISA sonuçları. Her yıl olduğu gibi yine PISA sınavında başarısız olmuş sıra olarak sonlarda yer almış ve her yıl olduğu gibi medya, öğretmenler vs. herkes çok şaşırmış durumda.
Neden şaşırıldığına anlam verememekle birlikte, bunu düşünmüyorum bile. Bir öğretmen olarak öğrencilerime söylediğim bir şey vardır hep, ben yazılı kağıdınızı okumadan da ortalama kaç alacağını bilebilirim, çünkü sizi iyi tanıyorum. Aynı onlara söylediğim gibi genel Türkiye olarak öğrencileri de tanıdığımı, eğitim sisteminden haberdar birisi olarak da sonuçlar gelmeden de durumun bu kadar kötü olacağını düşündüm yine ve de diğer meslektaşlarımın çoğunun da bunun böyle olacağını düşündüklerini düşünüyorum. Yani sonuç olarak şaşılacak bir şey yok ortada, neden bu kadar haberi yapılmakta ki?
PISA sonuçları geldi ve eğitim bir anda odak noktası olarak neler yapabiliriz, neleri yanlış yapıyoruz, bizim eksiğimiz nerede gibi sorulara birkaç hafta en fazla cevap arayacağız ve sonra müfredatın altında ezilerek derslere yoğunlaşarak gündemimizden PISA bir anda çıkacak. Çıksın zaten de!
Öğrencilerim ne zaman öğretmen olmaya karar verdiniz? Sorusunu sorduklarında onlara “Üniversite 2.sınıfta” karar verdiğimi söylüyorum. Tabi ki bir şok etkisi oluyor, siz zaten Fen Bilgisi Öğretmenliği okumuyor muydunuz? Diye soruyorlar haliyle. Evet, aynen öyle, fakat bırakmayı düşündüğüm bölümü o sene bırakmama kararı alarak devam ettim. (İnşaat ve makine mühendisliği kazanmama rağmen) Ben farklı bir öğretmen olabilir, bu pek sevilmeyen ve zor olan Fen Bilimleri dersini öğrencilerim için kolaylaştırabilirim dedim ve devam ettim. (Tabi şimdilerde öğrenciler seviyor dersi, bol bol kazanım odaklı olmayan eğlence deneyleri yapılarak, sihirbazlık numaraları haline getirdiğimiz laboratuvar dersimiz sayesinde; neyse bu konu hakkında farklı bir yazımda değineceğim). Daha öğretmenlik okuyan bir öğrenci olduğum 2008-2012 yılları arasında problemin ne olduğunu fark ettim. Okuduğum kitaplar ve dersimize giren hocalarım sayesinde bu farkındalığa sahip oldum. Problemi açıkça o zamanlarda dile getirdim ve tabi hocalarım pek de bana katılmadılar.
Problem neydi? Herkese göre “ezberci eğitim”. Hayır, ezberci eğitim değil tek problem. Problem okuduğumuz tüm kitaplar, onların yazarları, yaşlı eğitim bilimleri uzmanları ve bu tüm nesne ve insanların batı özentiliğinden gelmekteydi. Evet, tamamen problem burada Avrupa ve Amerika’da! Herkese anlattığım bir örneğe burada değinmek istiyorum. Dersimiz sınıf yönetimiydi ve Sınıf yönetiminde bildiğiniz gibi işte sınıf kalabalık, herkes ölümüne konuşuyor, sınıfta öğretmen var mı yok mu belli değil. Hangi metot uygulanarak sınıfı susturmalıyız sorusu klasik sınıf yönetimi hocamızdan geliyor. Tabi kitap yazarlarımız, o eğitim uzmanlarımız ne diyor? Sönme uygularız. Bilmeyenler için, hiçbir şey yapmadan öğrencileri seyredip onların hatalarının farkına varıp kendi kendilerine sustuğu metodu öneriyorlardı. Ben ise o yıllarda, “elimi masaya hafif bir dokunarak, arkadaşlar eğer susabilirsek çok eğlenceli bir ders bizi bekliyor, ben de sizleri bekliyorum” derim cevabımı vermiştim. Çünkü burası Türkiye, bizler de öğrenci olduk, nasıl öğretmen susacak da biz o sustu bize kızmıyor diyeceğiz ve susacağız; açıkçası ben susmazdım öğrenci iken. Hatta hoşuma gider konuşurdum açıkçası. İşte bu kitaplar yabancı, Avrupa’daki eğitim uzmanlarının görüşleriydi ve aynen Türkçe’ye çevrilerek bize gelmişti. Avrupa’nın özgürlük, çocuklar da bir “birey” diye diye ne hale geldiğini göremeyen bizim eğitim uzmanlarımız, profesörlerimiz kitapları aynen alıp kendileri yayınlamayı kendilerine adet edinmişler.
Tekrar dönelim konumuza: PISA. Son yıllarda sürekli Finlandiya’yı konuşur, Fin modeller üzerine çalışır ama hiç bir şey yapmazdık. Herkes Finlandiya’yı konuşur ama bizim milli eğitimdeki müsteşarlarımız Amerika’nın eğitim sistemini dayatır ona göre değişiklikler yapılır ve o değişiklikleri hiçbir öğretmene sormadan, eğitimi öğretmenlik mesleği alakalı olmayan bu insanlar eğitim sistemimizi sil baştan her sene değiştirirler. Bu sene Amerika, diğer sene İngiltere vs. vs. gider durur. Öğretmenlerimiz ise Finlandiya modeli derken, ben ise “Hayır! Finlandiya değil, Orta ve Uzak doğuya yönümüzü çevirip, eğitim sistemimizi buna göre inşa etmeliyiz” derdim ve hala diyorum.
GAP turuna çıkmıştım geçen sene ve orada Dünya’nın ilk üniversitesi “Harran Üniversitesinin” olduğunu öğrenip, yerinde harabelerini görünce gerçekten şoka uğramıştım. Astronomi dersi için kullandıkları kule ve havuz halen duruyor. Bunları bana anlatan rehberi dinlerken aklımdan, nasıl yani; ilk üniversite bizim coğrafi sınırlarımız içinde ve bizim eğitim sistemimiz bu halde mi? Diye kendi kendime soru sormuştum. (Çocuklarımıza sorsak ilk üniversite hangisi diye, çoğunluk Harvard der herhalde.)
Medeniyetlerin kurulduğu Mezopotamya, Orta Doğu gibi yerler, cebir, astronomi ve fiziğin sınırlarını zorladığı bu yerler şuanda kan içinde. Ama tarihlerini biliyoruz, ne gibi eğitim uygulandığından bihaber değiliz. Bunları araştırıp, gelişmişlik düzeyleri ve halkın refahının, bilimin-tekniğin ilerlediği bu coğrafyaları neden bizim yaşlı eğitim uzmanlarımız hiç araştırıp bunları gündem etmezler? Uzak Doğu, Japonya, Çin neler yapıyor. Adamlar atom bombası yiyor ve arkasından nasıl bu aşamaları kat edebiliyorlar, neler yapmışlar hiç mi kimse bakmıyor. İcatlar buluşlar sadece Amerika’dan mı çıkıyor? Bu buluşları çıkartanların hepsi Amerikalı mı yoksa devşirme mi? Bunları kimse sorgulamıyor. Dünya’ya hükmeden güç Amerika ancak söyledikleri oradan almalıyız bir şeyler. Ben PISA sonuçlarına hiç bakmadan bunu öğrenci iken, daha öğretmenliği yeni yeni öğrenirken Uzak Doğu, Orta Doğu, Mezopotamya’yı işaret ederken, koskoca profesörler ne yapıyordu acaba. Tek bildikleri Avrupa özentiliği. Evet, özentilik yapıyorlar nereden mi biliyorum? O kitaplarını okuduğumuz profesör çalıştığım kuruma seminer vermeye gelmişti. Karşısına aldı yüzlerce öğretmeni, yozlaşan Avrupa’yı anlattı tam 2 saat boyunca, onlardan neler almalıyız, nasıl onların sistemlerini Türkiye’ye taşıyabiliriz hep bunu anlattı. Ağzından “batıdan” başka hiçbir şey çıkmadı. Ve o insan Milli Eğitim Bakanlığı komisyonlarında hep görev yaptı, ve siz değerli öğretmenler ise ülkemiz eğitim sistemi ne zaman değişecek güzelleşecek diye hep beklediniz.
Yazımın ana fikri çok basit aslında bakmayın uzun uzadıya anlatıldığına. Ama haberlerdeki PISA konusu ve oraya çıkan insanların konuşmaları beni gerçekten boğdu. Batının özgürleştirme çabaları, disiplinsiz eğitim, tek yönlü maneviyatsız maddecilik üzerine kurduğu bu eğitim sistemi zaten onları iyice yozlaştırmış ve karanlığa doğru sürüklemekte. Avrupa gençliğinin ne halde olduğunu gidip görmeli veya hiç olmadı onlardan dinlemeli. Problemlerini aşamadıkları ve okullarda gerçekleşen olayları bir dinlemeli ve bizim sonumuzun da onlar gibi olacağını şimdiden fark etmeli ve yanlışlarımızdan dönmeliyiz.
Özümüze dönmeliyiz yani anlayacağınız, eski köy enstitülerimizin verdiği eğitimin aynısını ülkemize yeni bir şeymiş gibi getirip, eğitimde reform hareketi gibi gösterip yabancı isimlerle pazarlamanın manası yok. (Montessori, Fin vs.) Bizim gidip Hindistan’dan, Japonya’dan, Çin’den sistemlerini buraya taşımamız gerektiğini söylemiyorum. Dünya’nın sadece batıdan oluşmadığını, tüm coğrafyaları inceleyip; onlardan başarılı olanları ülkemize getirelim de demiyorum. Sadece onları birer kaynak olarak ele alıp inceleyip, ülkemize kendi özgün ve milli! “Türk Eğitim Sistemi Modelimizi” oluşturmalıyız diyorum! İmitasyon bir eğitim sisteminden kurtulmalıyız.
Neden şaşırıldığına anlam verememekle birlikte, bunu düşünmüyorum bile. Bir öğretmen olarak öğrencilerime söylediğim bir şey vardır hep, ben yazılı kağıdınızı okumadan da ortalama kaç alacağını bilebilirim, çünkü sizi iyi tanıyorum. Aynı onlara söylediğim gibi genel Türkiye olarak öğrencileri de tanıdığımı, eğitim sisteminden haberdar birisi olarak da sonuçlar gelmeden de durumun bu kadar kötü olacağını düşündüm yine ve de diğer meslektaşlarımın çoğunun da bunun böyle olacağını düşündüklerini düşünüyorum. Yani sonuç olarak şaşılacak bir şey yok ortada, neden bu kadar haberi yapılmakta ki?
PISA sonuçları geldi ve eğitim bir anda odak noktası olarak neler yapabiliriz, neleri yanlış yapıyoruz, bizim eksiğimiz nerede gibi sorulara birkaç hafta en fazla cevap arayacağız ve sonra müfredatın altında ezilerek derslere yoğunlaşarak gündemimizden PISA bir anda çıkacak. Çıksın zaten de!
Öğrencilerim ne zaman öğretmen olmaya karar verdiniz? Sorusunu sorduklarında onlara “Üniversite 2.sınıfta” karar verdiğimi söylüyorum. Tabi ki bir şok etkisi oluyor, siz zaten Fen Bilgisi Öğretmenliği okumuyor muydunuz? Diye soruyorlar haliyle. Evet, aynen öyle, fakat bırakmayı düşündüğüm bölümü o sene bırakmama kararı alarak devam ettim. (İnşaat ve makine mühendisliği kazanmama rağmen) Ben farklı bir öğretmen olabilir, bu pek sevilmeyen ve zor olan Fen Bilimleri dersini öğrencilerim için kolaylaştırabilirim dedim ve devam ettim. (Tabi şimdilerde öğrenciler seviyor dersi, bol bol kazanım odaklı olmayan eğlence deneyleri yapılarak, sihirbazlık numaraları haline getirdiğimiz laboratuvar dersimiz sayesinde; neyse bu konu hakkında farklı bir yazımda değineceğim). Daha öğretmenlik okuyan bir öğrenci olduğum 2008-2012 yılları arasında problemin ne olduğunu fark ettim. Okuduğum kitaplar ve dersimize giren hocalarım sayesinde bu farkındalığa sahip oldum. Problemi açıkça o zamanlarda dile getirdim ve tabi hocalarım pek de bana katılmadılar.
Problem neydi? Herkese göre “ezberci eğitim”. Hayır, ezberci eğitim değil tek problem. Problem okuduğumuz tüm kitaplar, onların yazarları, yaşlı eğitim bilimleri uzmanları ve bu tüm nesne ve insanların batı özentiliğinden gelmekteydi. Evet, tamamen problem burada Avrupa ve Amerika’da! Herkese anlattığım bir örneğe burada değinmek istiyorum. Dersimiz sınıf yönetimiydi ve Sınıf yönetiminde bildiğiniz gibi işte sınıf kalabalık, herkes ölümüne konuşuyor, sınıfta öğretmen var mı yok mu belli değil. Hangi metot uygulanarak sınıfı susturmalıyız sorusu klasik sınıf yönetimi hocamızdan geliyor. Tabi kitap yazarlarımız, o eğitim uzmanlarımız ne diyor? Sönme uygularız. Bilmeyenler için, hiçbir şey yapmadan öğrencileri seyredip onların hatalarının farkına varıp kendi kendilerine sustuğu metodu öneriyorlardı. Ben ise o yıllarda, “elimi masaya hafif bir dokunarak, arkadaşlar eğer susabilirsek çok eğlenceli bir ders bizi bekliyor, ben de sizleri bekliyorum” derim cevabımı vermiştim. Çünkü burası Türkiye, bizler de öğrenci olduk, nasıl öğretmen susacak da biz o sustu bize kızmıyor diyeceğiz ve susacağız; açıkçası ben susmazdım öğrenci iken. Hatta hoşuma gider konuşurdum açıkçası. İşte bu kitaplar yabancı, Avrupa’daki eğitim uzmanlarının görüşleriydi ve aynen Türkçe’ye çevrilerek bize gelmişti. Avrupa’nın özgürlük, çocuklar da bir “birey” diye diye ne hale geldiğini göremeyen bizim eğitim uzmanlarımız, profesörlerimiz kitapları aynen alıp kendileri yayınlamayı kendilerine adet edinmişler.
Tekrar dönelim konumuza: PISA. Son yıllarda sürekli Finlandiya’yı konuşur, Fin modeller üzerine çalışır ama hiç bir şey yapmazdık. Herkes Finlandiya’yı konuşur ama bizim milli eğitimdeki müsteşarlarımız Amerika’nın eğitim sistemini dayatır ona göre değişiklikler yapılır ve o değişiklikleri hiçbir öğretmene sormadan, eğitimi öğretmenlik mesleği alakalı olmayan bu insanlar eğitim sistemimizi sil baştan her sene değiştirirler. Bu sene Amerika, diğer sene İngiltere vs. vs. gider durur. Öğretmenlerimiz ise Finlandiya modeli derken, ben ise “Hayır! Finlandiya değil, Orta ve Uzak doğuya yönümüzü çevirip, eğitim sistemimizi buna göre inşa etmeliyiz” derdim ve hala diyorum.
GAP turuna çıkmıştım geçen sene ve orada Dünya’nın ilk üniversitesi “Harran Üniversitesinin” olduğunu öğrenip, yerinde harabelerini görünce gerçekten şoka uğramıştım. Astronomi dersi için kullandıkları kule ve havuz halen duruyor. Bunları bana anlatan rehberi dinlerken aklımdan, nasıl yani; ilk üniversite bizim coğrafi sınırlarımız içinde ve bizim eğitim sistemimiz bu halde mi? Diye kendi kendime soru sormuştum. (Çocuklarımıza sorsak ilk üniversite hangisi diye, çoğunluk Harvard der herhalde.)
Medeniyetlerin kurulduğu Mezopotamya, Orta Doğu gibi yerler, cebir, astronomi ve fiziğin sınırlarını zorladığı bu yerler şuanda kan içinde. Ama tarihlerini biliyoruz, ne gibi eğitim uygulandığından bihaber değiliz. Bunları araştırıp, gelişmişlik düzeyleri ve halkın refahının, bilimin-tekniğin ilerlediği bu coğrafyaları neden bizim yaşlı eğitim uzmanlarımız hiç araştırıp bunları gündem etmezler? Uzak Doğu, Japonya, Çin neler yapıyor. Adamlar atom bombası yiyor ve arkasından nasıl bu aşamaları kat edebiliyorlar, neler yapmışlar hiç mi kimse bakmıyor. İcatlar buluşlar sadece Amerika’dan mı çıkıyor? Bu buluşları çıkartanların hepsi Amerikalı mı yoksa devşirme mi? Bunları kimse sorgulamıyor. Dünya’ya hükmeden güç Amerika ancak söyledikleri oradan almalıyız bir şeyler. Ben PISA sonuçlarına hiç bakmadan bunu öğrenci iken, daha öğretmenliği yeni yeni öğrenirken Uzak Doğu, Orta Doğu, Mezopotamya’yı işaret ederken, koskoca profesörler ne yapıyordu acaba. Tek bildikleri Avrupa özentiliği. Evet, özentilik yapıyorlar nereden mi biliyorum? O kitaplarını okuduğumuz profesör çalıştığım kuruma seminer vermeye gelmişti. Karşısına aldı yüzlerce öğretmeni, yozlaşan Avrupa’yı anlattı tam 2 saat boyunca, onlardan neler almalıyız, nasıl onların sistemlerini Türkiye’ye taşıyabiliriz hep bunu anlattı. Ağzından “batıdan” başka hiçbir şey çıkmadı. Ve o insan Milli Eğitim Bakanlığı komisyonlarında hep görev yaptı, ve siz değerli öğretmenler ise ülkemiz eğitim sistemi ne zaman değişecek güzelleşecek diye hep beklediniz.
Yazımın ana fikri çok basit aslında bakmayın uzun uzadıya anlatıldığına. Ama haberlerdeki PISA konusu ve oraya çıkan insanların konuşmaları beni gerçekten boğdu. Batının özgürleştirme çabaları, disiplinsiz eğitim, tek yönlü maneviyatsız maddecilik üzerine kurduğu bu eğitim sistemi zaten onları iyice yozlaştırmış ve karanlığa doğru sürüklemekte. Avrupa gençliğinin ne halde olduğunu gidip görmeli veya hiç olmadı onlardan dinlemeli. Problemlerini aşamadıkları ve okullarda gerçekleşen olayları bir dinlemeli ve bizim sonumuzun da onlar gibi olacağını şimdiden fark etmeli ve yanlışlarımızdan dönmeliyiz.
Özümüze dönmeliyiz yani anlayacağınız, eski köy enstitülerimizin verdiği eğitimin aynısını ülkemize yeni bir şeymiş gibi getirip, eğitimde reform hareketi gibi gösterip yabancı isimlerle pazarlamanın manası yok. (Montessori, Fin vs.) Bizim gidip Hindistan’dan, Japonya’dan, Çin’den sistemlerini buraya taşımamız gerektiğini söylemiyorum. Dünya’nın sadece batıdan oluşmadığını, tüm coğrafyaları inceleyip; onlardan başarılı olanları ülkemize getirelim de demiyorum. Sadece onları birer kaynak olarak ele alıp inceleyip, ülkemize kendi özgün ve milli! “Türk Eğitim Sistemi Modelimizi” oluşturmalıyız diyorum! İmitasyon bir eğitim sisteminden kurtulmalıyız.
YORUMLAR